20 Ağustos 2008 Çarşamba

kahverengi sincap



Dil-iletişim güçlükleri olan çocukların iletişim nedenlerini ve biçimlerini geliştirirken çocuğun liderliğini takip etmek önemli bir kuraldır. Çocuğun liderliğini takip ederken; onun ilgisini göz önünde bulundurmak, katılmak ve sizin yaptığınız etkinliğe onu dahil etmek ilk basamak olarak düşünülebilir.

Katılmak, çocuk ne yapıyorsa onu yapmak demektir. Çocuğun ilgisini göz önünde bulundurmak demek, çocuk bir şeyle ilgilendiğinde sizin de onunla ilgilenmeniz demektir.

Aşağıda; özel eğitime yeni başlayan Kahverengi’ nin ilgilerinin ortak ilgiye dönüştürülerek eğitimciyi kabul etmesi, güven duyması ve aralarındaki etkileşimin geliştirilmesinin uygulama süreci aktarılmıştır.


Kahverengi 2,5 yaşında, otistik özellikler taşıyan bir kız çocuğu. Öncelikle kalemler olmak üzere her tür uzun nesneye (çubuk kraker, ip, çubuklar, ..) karşı ilgisi var. Bu nesneleri genel olarak sadece elinde tutuyor. Bazen de iki uzun nesneyi yan yana getirerek gözlerinin önünde tutuyor. Ona başka nesneler ya da karşılıklı oynanabilecek oyunlar sunulduğunda ilgilenmeyeceğini, zorlandığında sızlanacağını ve çekip gideceğini biliyorum. Bu nedenle ilk adımımız kalemlerden başlamak zorunda.

Kahverengi ; ortamda kalemlerin yerlerini kısa sürede belirliyor ve tüm kalemleri alıp, içinden iki tanesini seçiyor. Bu iki kalemi elinde tutarken diğerlerinin de yakınında olmasını istiyor , kalemleri aldığında onun karşısına oturuyorum. Bu ilk başta onu biraz tedirgin ediyor. Ona müdahale edeceğim, kalemleri ondan alacağım endişesi taşıyor olabilir. O seçtiği kalemleri elinde tutuyor, sonra onları bırakıp yenilerini seçiyor , kalemleri elinde tutarken ben de ortadaki kalemlerden ikisini elime alıyor, onları birbirine vurarak ses çıkarıyorum. Kahverengi, bana baktığında iki kalemi de göz hizama getirerek ona bakıyorum. Kahverengi ,uzanarak bendeki kalemleri alıyor. Yeniden ortadaki kalemlerden iki tanesini seçiyorum. Yine onları birbirine vurarak ses çıkarıyor Kahverengi’nin ilgisini çekmeye çalışıyorum. Bu iki kalemi de benden alıyor. Bu şekilde defalarca "kalemi elimden al" oyunu oynuyoruz. Sanırım yaklaşık 15 dakika sürüyor . Kahverengi’ nin ilgisi dağılıyor . Bu sırada uçları sivri olan kalemlerin uçlarını ısırdığını ya da yemeye çalıştığını görüyorum. Yaptığım tek ona fark ettirmeden kalemlerin uçlarını kırmak ve bu şekilde kalem uçlarını yemesine engel olmak.

Kahverengi’ nin karşısında oturmaya devam ediyorum. Hala aramızda bir sürü kalem var. Kahverengi elinde kalemleriyle duruyor öylece. Elime iki kova alıyorum. Kalemlerden birini kovanın içine atıyorum. Kahverengi hemen kalemi geri çıkarıyor. Başka bir kalemi atıyorum kovanın içine o da yeniden dışarı. Bu üç dört kez tekrarlanıyor. Sonra kendi elindeki kalemlere dönüyor Kahverengi.

Yerdeki kalemleri tek tek kovanın içine atıyorum. Biraz yukarıdan bırakarak kovaya düşüşlerinin ses çıkarmasını sağlıyorum ki Kahverengi’nin dikkatini çeksinler yeniden. Kahverengi bakmıyor. Tüm kalemleri kovaya koyduktan sonra bu defa boş kovayı da elime alıp bir kovadan diğerine kalemleri boşaltmaya başlıyorum. Boşaltırken arada bir iki kalemin yere düşmesini sağlayacak sakarlıkta yapıyorum bu eylemi. Düşen kalemleri hemen eline alıyor Kahverengi.
Sanırım 40 dakika sürüyor ilk birlikteliğimiz.

40 dakikanın sonunda tekrar tüm kalemleri kovaya koyuyorum tek tek.. bu defa kovadan kovaya boşaltmadan oyun bitti diyorum . Kahverengi elinde iki kalem benimle beraber odadan çıkıyor.

Bir sonraki buluşmamızda Kahverengi yeniden kalemleri ilk gördüğü odaya yöneliyor. Bir kutu kalemi alıp ortaya döküyor ve içinden yeniden iki tane seçiyor. Başlangıçta iki kalemi alıp birbirine vurarak ses çıkarma; Kahverengi’nin elimden almasına yol açma, kalemleri kovaya doldurma, kovadan kovaya boşaltma oyunlarını tekrarlıyorum. Ardından bir kağıt koyup masaya; iki keçeli kalemi aynı anda kullanarak çizgiler, semboller yapıyorum kağıda... Kahverengi’nin dikkatini çekiyor ve masaya yöneliyor. Elimdeki kalemleri alıp kapaklarını kapatmaya çalışıyor. Başka kalemler çıkarıyor, onlarla devam ediyorum. Onları da elimden alıp kapaklarını kapatıyor. İki kalem daha alıyorum elime ama bunlarla çizmiyor, sadece kapaklarını açıp Kahverengi’ye uzatıyorum. O da kapaklarını kapatıyor. Sonra bir başka kalem; kapağını aç, kapağını kapa. Bu oyun sürerken masaya dikkat bilyesini (eğimli yollar ve bu yollarda kayarak gidebilen geometrik şekillerden oluşuyor) koyuyorum. Kırmızı daireyi alıp yola koyuyorum ve kaymaya başlıyor.. Kahverengi’nin dikkati hemen bu dönerek inen şekle kayıyor. Kırmızı daire yolun sonuna geldiğinde bi kaç saniye bekliyorum belki Kahverengi elini uzatır diye.. Durup bekliyor o da.. yeniden kırmızı daireyi koyuyorum yola. Bakıyor, gülümsüyor. Kırmızı daire yolun sonunda bu defa ben başka bir şekil alıyorum elime. Onu yolun başına bıraktığımda Kahverengi de kırmızı daireyi alıyor ve yola koymaya çalışıyor. Yola koymayı başarması için hafifçe elini tutuyorum, itiraz etmiyor. Yolun sonuna bir kova yerleştiriyorum. Şekiller bu kovanın içine düşmeye başlıyor. Kahverengi kovanın içine düşen şekli alıp yola koymaya çalışıyor. İki-üç dakika bu şekilde oynadıktan sonra yeniden kalemlere dönüyor Kahverengi Ben de birkaç kez daha şekilleri yuvarlıyorum yolda –belki geri döner diye- sonra onun yanına dönüyorum. Tekrar kalemleri göz hizamda tutarak birbirine vurarak ses çıkarıyorum . Kahverengi bakıyor ama bu defa elimdeki kalemleri almaya yönelmiyor. İkimizin arasına bir metalafon koyuyorum. Kalemlerle ona vurmaya başlıyorum. Kahverengi elimdeki kalemlere yöneliyor. Onları alıyor, metalafonu ters çeviriyor. Ben de tekrar eski haline getiriyorum ooooo diyerek, o; yeniden ters çeviriyor.. ben tekrar düz.. bi daha bi daha. Sonunda sıkılıyor ve kalkmaya karar veriyor. Ellerini yere dayayıp ellerinden aldığı destekle ayağa kalkmaya çalışacak. Bu nedenle hafifçe yana döndürüyor bedenini. O yana döndüğü yani metalafonun görüş alanından çıktığı anda metalafonu çalıyorum. Aniden dönüyor bana doğru. Ama şimdi çalan bir şey yok. Yeniden dönmeye kalkıyor hemen çalıyorum. Tekrar sese dönüyor. Duruyorum. Dönüyor, çalıyorum. Bakıyor, duruyorum. Bunun bir oyun olduğunu fark ediyor. Dönüp bakarak ve gülerek oyunu sürdürüyor.

O sıkılmadan oyuna yeni bir öğe eklemeli, metalafonun çubuklarını görebileceği şekilde elimde tutuyorum bu defa bana baktığında. Eline alıyor çubukları, ağzına sokuyor. Ona kalem uzatıyor, çubukları ondan alıyorum. Tekrar çubuklarla metalafon çalıyorum. O da tekrar çubuklara yöneliyor ama yeniden ağzına sokuyor çubukları. Bir süre sonra çubukları da atıp elinden yeniden kalemlerin olduğu yere dönüyor. Ben de yakınlarına. İki kalemi alıp birbirine vurarak ses çıkarma, Kahverengi’nin elimden almasına yol açma, kalemleri kovaya doldurma, kovadan kovaya boşaltma oyunlarını tekrarlıyoruz. Sonra kalemleri yeniden kovaya dolduruyorum, Kahverengi’nin elindeki iki kalemi benim ellerimin yardımıyla da olsa kovaya koymasını sağladıktan sonra oyun bitti, diyorum. Biraz sızlanarak da olsa odadan kalemsiz çıkıyoruz.


Üçüncü buluşmamız. Artık elimde kalemler,kovalar, kalemler ve kapakları, kağıt, dikkat bilyesi, metalafon var. Bu defa Kahverengi kalemleri ilk gördüğü odaya yönelmeden benimle oynadığı odaya doğru ilerliyor. Odada bizi pipetler ve bir bardak su bekliyor. Ona hemen bir pipet uzatıyorum sonra bir tane daha. Pipetleri elinde tutmaktan memnun görünüyor. Kendi elime de bir pipet alıp bardaktaki suya daldırıp kabarcıklar çıkarmaya başlıyorum. Kahverengi’nin hemen yaklaşmasına yol açıyor su sesi. Puf puf yapalım diyerek abartılı hareketlerle suyu püskürtüyorum. Yeniden yeniden. Her püskürtüşümde Kahverengi yüzüme bakarak gülümsemeye başlıyor. Sonra pipetteki elimi çekiyorum. Kahverengi pipete uzanıyor önce. Sonra bana bakıyor, elimi tutuyor ve pipetin üstüne koyuyor "puf puf bi daha" diyerek yeniden kabartıyorum suyu. Tekrar elimi çekiyorum. Yeniden elimi tutuyor pipete götürüyor. Oynarken bazen pipeti bardağın içinde bırakıyorum bazen bardaktan çıkarıp dolabın üstüne koyuyorum. Her defasında Kahverengi pipeti ve elimi buluşturuyor bardağın içinde. Defalarca Kahverengi arkasını dönüp uzaklaşmaya başlayıncaya dek suyu püskürtmeye devam ediyoruz. Kahverengi uzaklaşırken baloncuk kavanozunu çıkarıyorum ortaya. Baloncukları Kahverengi’nin görebileceği bir yerde oluşturuyorum. Kahverengi bana doğru dönüyor. Baloncuklara bakıyor, gülüyor sesli sesli. Bir yandan baloncuk yapıyorum bir yandan ellerimi hızlı hızlı sallayarak patlatıyorum onları. Kahverengi de yavaşça elini uzatıyor baloncuklara. Boom booom boom ! Kavanozun içine çubuğu bırakıp Kahverengi’ye doğru uzatıyorum. O da tekrar elimi çubuğun üstüne çekiyor. Yeniden baloncuklar devrede. Boom booom boom ! Kavanozun kapağını kapatıp Kahverengi’ye uzatıyorum bu defa. Açmaya çalışıyor olmayınca kavanozu bana uzatıyor. Bir daha booom boom! ... Baloncuk kavanozunu bırakıp pipetlere dönüyorum pipetleri bırakıp metalafona, metalafonu bırakıp dikkat bilyesine.. Kahverengi de benim sunduklarımı kabul ediyor, artık ikimizin de bildiği oyunları tekrarlıyoruz. Yenileri de eklemeye başlıyoruz bebek arabası, ipi çekince miyavlayan kedi, halkalar...


Kahverengi kendi oyunlarına eğitimciyi kabul ettikten ve eğitimcinin ona sunduğu oyunlara ilgi göstermeye başladıktan sonra gelişimsel değerlendirmesi gerçekleştirilerek eğitim programı oluşturulmuştur. Eğitim programında gelişimsel özelliklerine göre seçilen hedeflerinin yanı sıra iletişimsel özellikleri dikkate alınarak iletişim kurma nedenlerini çeşitlendirmek ve biçimlerini geliştirmek amaçlı hedeflere de yer verilmiştir.

mozart& the whale


Yönetmen :Petter Naess
Oyuncular: Josh Hartnett, Radha Mitchell
(2006)



bazen bir şeyi çok severseniz onu anlatmak yerine yeniden yeniden düşünmeyi seçersiniz...

snow cake

Yönetmen:Marc Evans
Oyuncular :Sigourney Weaver ,Alan Rickman Carrie Anne Moss
(2006)


Sonunda Snow Cake^i izlemeyi başardım.. filmin otizmle ilgili olduğunu öğrendiğimden beri çok izlemek istememin yanı sıra adı nedeniyle de oldukça çekiciydi.. hatta izlemek isteğini aşmış yeme isteği uyandırmıştı ben de..
Filmin öyküsünü bir kenara bırakırsam otizm^e yaklaşımın bazen acıtıcı denli gerçekçi olduğunu söylemek mümkün sanıyorum..
Filmin henüz başında Vivienne^in annesine parlak ışıkları hediye aldığını gördüğümüzde anlıyoruz ki otistik bir anne ile karşı karşıya kalacağız az sonra.. ancak bu sahneden sonra Vivienne^i şimdi^yi yaşarken göremiyoruz filmde..
Vivienne^nin annesinin kızının ölüm haberiyle sarsılmış olduğunu sanarak ve suçluluk duyguları içinde gelen Alex alıştığının çok dışında bir dünya ile karşılaşıyor..
Linda dünyayı algılarken alışılandan farklı yolları olan bir otistik anne.. ve Vivienne^nin cenazesinde okunan çocuklar için yazdığı hikayenin son satırları bilmemiz ve kabul etmemiz gereken tek şey^i söylüyor sanki ; ^kardeşimin benim yaptıklarımı yapamayacaklarını söylüyorlar; olsun o da farklı şeyler yapar.. ^ (kardeşimi çok seviyorum bir gün onun da beni sevdiğini söyleyeceğini biliyorum ama ilk olarak bunu makarna harflerle yazar sanıyorum.. )
Snow cake; parlak ışıkları, kar taneleri, dönen nesneleriyle görsel uyaranların büyüsünü sunmuş..
Filmin en büyüleyici sahnesi –tümüyle benim için- Linda^nın Vivienne^in cenazesi nedeniyle evine girmesine kabul ettiği ( bu kabulleniş de ancak bir karşılıkla sağlanmıştı ki) onca insanın varlığına daha fazla tahammül edemediği anda müziği açıp dans etmeye başlayarak kendini koruduğu anda zihninde Vivienne ile dans ettikleri an^ın canlanmasıydı.. sanırım kendimi çok Vivienne hissettim.. çok an^ımı canlandırdı..
Hep beraber kar pastası yemeye ne dersiniz,)

pembe hanım^ın düşleri -üç-


hala devam ediyoruz pembe ile anlaşmanın yolunu bulmaya.. yine ben odada aramıza girebilecek olduğunu düşündüğüm her şeyi yok etmeye çalışıyorum gizliden..

bugün pembe^yi gördüğümde; tam bir kapıdan içeri girecekken annesinin karşı koyuşuyla karşılaşıyor.. beni görünce yüzünde memnuniyetsiz bir ifade oluşuyor.. hem istediği kapıdan içeri giremedi hem bir de üstüne ben çıktım karşısına..benimle gelmeye istekli olduğunu düşünürsem pek iyimser davranmış olacağım.. davranmama imkan da tanımıyor zaten.. kucağımda pembe merdivenleri tırmanmaya koyuluyoruz ki yanağımı ısırmaya yöneliyor.. bu konuda kendimi takdir edebilirim ki reflekslerim iyi gelişti..ısıramadan çekiyorum yüzümü..annesi fark ediyor bu hamleyi..sanırım biraz mahçup bir yüze büründü.. dönüp bakmıyorum .. ama hiç gerek yok mahçup olmanıza diye geçiyor içimden..hem de hiç.. bir kaç basamak daha geçiyoruz ki pembe^yi bırakıyorum kucağımdan.. artık kendisi çıkmayı kabullenmiş durumda… elimden güç alıp çıkıyor basamakları bir bir..
yukarı çıktığımızda odamıza geçmek istemiyor bu defa.. şu an için en az cazip olan oda belki de bizim sınıfımız.. bir iki kapıyı yokluyor.. sonra merakını hafifletmişken kendi odamıza geçiyoruz..
hala çok huysuz.. ağlamaklı , isteksiz .. onu biraz neşelendirmek için masanın üstüne bırakıyor ve başlıyorum uçtu uçtu demeye.. yüzünde tanımaya başladığım gülümseme başlangıcı ile hayır ağlayacağım ben diyen inatçı ifade karışmış durumda.. bir iki kez kucaklayıp döndürüyorum onu.. sonunda o da teslim oluyor keyfe.. ben uçtu uçtu der demez kollarıma atıyor kendini.. sonra ben bir daha diyorum o masaya tırmanıyor tekrar tekrar atlamak için.. üç beş kez derken bitiriyoruz oyunu.. yeniden hoşnutsuz burada olmaktan..
iki sandalyeyi karşılıklı koyuyorum ve elimdeki çikolatayı göstererek çağırıyorum onu yanıma.. koşup geliyor hemen.. ah çikolata sana nasıl teşekkür edeceğim bilmem.. otur diyerek sandalyeyi işaret ediyorum.. oturuyor da.. sonra hemen çikolata.. alkışlamaya başlıyorum bu defa.. pembe sen de yap.. alkışlıyor o da.. hemen çikolata.. bay bay diyorum elimi sallıyorum .. pembe alkışlıyor yeniden.. bir elini tutuyorum tekrar bay bay pembe.. elini yukarıdan aşağıya hareket ettiriyor pembe.. hemen çikolata..
burnuma dokunuyorum pembe burnuna dokun.. alkışlıyor yeniden.. kızıyor bana .. neden çikolatayı vermedim ki.. parmağını işaret konumuna getiriyorum elini yüzüme doğru savuruyor..benim burnuma dokunacak besbelli.. bileğinden tutuyorum kendi yüzüne doğru çeviriyorum elini..önce rasgele dokunuyor yüzüne.. sonra bir daha birlikte tam burnuna götürüyoruz o küçük eli.. ve çikolata..
minik çikolata bitti, çikolata kağıdını ona uzatıyorum ^çöpe at^ diye.. bunu birkaç kez birlikte yapmıştık..şimdi tek başına yapıyor.. bu kadar çabuk kavramış olmasına seviniyorum…

sonra masaya geçiyoruz .. ben sandalyeme oturabiliyorum da pembe^nin oturmasını sağlamak için önce bir kucak gerekiyor.. kucaklayıp pembe^yi sandalyesine oturtuyorum .. kalkmasına zaman tanımadan çikolatayı hatırlatıyorum.. sonra yan yana durmaları gereken küpler geliyor yeniden sahneye.. bu defa ilk iki kübü ben üst üste koyup sıkıca tutuyorum onları ki pembe indirmesin diye..sonra ona veriyorum bir küp.. üstüne koymasını sağlamak içinden elini tutuyorum.. istemiyor onları uzayan halde..ama ben hala sıkıca tutuyorum.. sonra bir küp.. bir küp daha.yavaş yavaş elimi gevşetiyorum .. pembe üst üste koymaya başladı işte.. sekiz küp üst üste geliyor işte oldu kule.. bir iki üç diyorum kuleyi devirmesini sağlıyorum.. sonra bir daha üst üste koysun diye küpleri ona uzatıyorum.. pembe kule yapıyor hem de ben hiç karışmadan.. sonra yıkıp kuleyi birlikte küpleri kutusuna kaldırıyoruz ..
sonra sonra sonra başka başka oyunlar.. arada bir ağlıyor pembe.. bu defa yüzündeki ağlayan ifade her zamankinden farklı.. biraz muzip biraz büyük bir kadın edasında.. bir an sadece beni denediğini düşünüyorum.. bir an çaresizce acı çektiğini .. görmezden geliyorum ama içim durmuyor..

biraz benim istediklerim olurken biraz da onun seveceği hoplatmalar , uçtu uçtu^lar , birlikte zıplamalar.. ve tabi ki çikolatalar…

bu günün kayda değer anlarından biri de yine boncuklara dair.. bugün ipi ve boncuğu görür görmez dizmeye yöneliyor pembe.. ama bu defa tam da beklenen gibi ipe.. ancak bunu tam gerçekleştiremiyor henüz.. küçücük parmaklarıyla tutuyor ipi , geçiriyor da boncuktan .. ama o ip asla deliğin diğer yanında belirmiyor.. hemen benim elime uzatıyor ipi.. tutayım mı diyorum bana bakar bakmaz tutuyorum ipi.. birlikte ipin ucunun görünmesini sağlıyoruz; sonra o çekiyor ipi.. 5. boncuğu pembe tek başına geçiriyor ipi.. kocaman bir alkış.. kocaman bir gülüş.. kocaman bir yürek ferahlığı…

sonra bakıyorum azalmış birlikte geçireceğimiz zamanımız.. benim olmayacağım bir zamana ; yeni oyun arkadaşına kavuşacağı anlara az kalmış.. şimdiye dek daha çok bizi izleyen gözler bunlar.. o gözlere teslim ediyorum pembe^yi.. birlikte en keyif alabilecekleri oyunları oynuyorlar önce..uçuyorlar.. sonra bir iki masabaşı oyunu.. sonra yer.. sonra yine uçuyorlar birlikte.. şimdi izleyen benim gözlerim..

bitiyor sonra … bitiyor bu beraberlik.. yeni oyun arkadaşının elinden tutarak iniyor merdivenleri..

bir kez daha üçümüz beraber olacağız.. bu defa artık nelerin oynanacağı belirli olacak genel anlamda… bu defa ben daha çok bakıyor olacağım ona..

ecem olduğu yere geldiğinde – ki artık bizim de ecem^imiz ol diyebilirim ona- koşuyor o kapıya.. bu defa kimsenin engel olmasına zaman tanımadan giriyor içeriye.. hızlıca uzatıyor elini masanın üstünde duran kalemlere … bir nevi pembe kaşık olsun istiyor bu kalemler.. ancak o kalemlerin bir sahibi olduğu hatırlatılıyor ona.. konmalı yerlerine .. üzücü bir ayrılık pembe.. kalemler kalıyor odada..
bay bay pembe…

pembe hanım^ın düşleri -iki-



Pembe bugün geldiğinde ona yine bir önceki karşılaşmamızın ortamını hazırlamıştım.. çember inşasına malzeme bırakmama yöntemi..ve geçen defadan öğrendiğim çikolataya hayır diyemeyen pembe..

Önce ortalığı kolaçan ediyor.. sonra cevapsız bırakmıyor çağrımı; masaya geçiyoruz birlikte.. çikolatanın bu daveti daha cazip hale getirdiğini kabul etmeliyim.. belki de tümüyle cazibeyi çikolatanın yarattığını..
Pembe^ye sunuyorum bildiğim tüm oyunları ve oyuncakları.. aslında bunlar daha önceki karşılaşmalarımızda da onunla paylaşmak istediğim ama görmezden geldiği oyunlar..
birlikte geçirdiğimiz zaman; pembe^nin neleri gerçekleştirebildiğini belirlemeye yönelik bir süreç.. bu yüzden pek çok oyunu deniyorum.. daha önce eliyle ittiği ama içimde bir yerlerde hayır bunu yapabilirsin dedirten tüm oyunları yeniden denediğimde yüzüm gülüyor.. yapabiliyor..

cesaret alarak bunlardan yan yana olmaları dışında kabul edemeyeceği küpleri tekrar çıkarıyorum ortaya.. olmuyor.. yine sadece yan yana duruşları kabul edilebilir.. ikisini alıp yükseltmeye çalışsam boylarını pembe^nin kulakları tırmalayan bağırışına hedef oluyorum. Nasıl karşı koyabilirim ki.. bir çember çizip içinde dans edecek kadar malzemesi olmadığından belki de küpleri kaldırmaya başladığımda itiraz etmiyor.. ona da veriyorum kutuya yerleştiriyoruz küpleri birlikte..

yere geçiyoruz bir ara.. daha önce dizdiği büyük boncukları çıkarıyorum bu defa ortaya.. bir de kalın bir ip.. dizmeye başlıyorum ipe boncukları.. pembe itiraz ediyor bana.. ben ipe, pembe ipten yere.. yan yana diziyor boncukları.. ben ipe o yere.. devam ediyoruz mücadeleye.. çok kızdı bana bakışından belli..
tüm boncuklar bir kez ipte bir kez yerde olduktan sonra ipi uzatıyorum pembe^ye.. alıyor ipi.. şaşırdım.. bir de büyük boncuk dizmeye çalışıyor kendince.. olmadığını anlayınca elime tutuşturuyor ipi.. yardım ediyorum ona.. tüm boncuklar ipe dizildi.. şimdi tekrar çıkaralım , bitirelim oyunu , diyorum ama kime.. her boncuk çıkışında yine aynı çığlıklar.. vazgeçmiyorum .. boncukların tümü yerde.. açıyorum poşeti bir boncuğu alıp içine atıyorum.. bakıyorum o da takip ediyor beni.. boncuklar poşette.. oyun bitti..

bugün ucunu yakaladık denebilir, bir şeyleri başka bir şeyin içine koymayı sevebiliriz.. top sepetini alıp döküyorum tüm topları yere.. sonra topluyoruz pembe^yle tek tek.. basket diyerek.. şimdi daha da sevinçliyim.. .
pembe^de her defasında kavuştuğu çikolata için yapamayacağım yok der gibi..

yerdeyiz.. elimde bardak-tarak-kaşık-diş fırçası-bebek olan bir sepet.. bardağı alıp elime bebeğe içiriyorum.. sonra pembe^ye uzatıyorum.. o da aynısını yapıyor.. seviniyorum .. ama onun gözü sepette.. tümünü deviriyor yere.. ve içindeki pembe kaşığı alıyor.. yüzünde zafer tebessümü.. o an^dan sonra kaşıkla pembe^yi ayırmak mümkün değil.. her girişimim havada asılı kalıyor.. o küçük pembe kaşıkla öyle mutlu ki.. elinde kaşık dönüyor durmadan.. öyle ki yere düşüyor arada bir.. hiçbir şey olmamış gibi kalkıyor devam ediyor dönmeye..
ilgisini çekmek için başka bir yöne; göstermediğim kalmıyor denebilir odada olanlardan.. yok faydasız..bu pembe kaşık her şeyin yerine geçiyor..ders bitti! deyinceye dek ben.. biraz sancılı bir ayrılık oluyor kaşıktan.. gözyaşları içinde iniyoruz ecem olduğu yere..




pembe hanım^ın düşleri -bir-




Bu defa farklı bir şey yapmak istiyorum..benim yeni tanımaya başladığım bir^ini size tanıtmak.. adı pembe ..ben ona ecem demek istiyorum bi de.. adı ecem değil ama adı tam da ecem.. öyle görünüyor ki ailesinin ona bakışları altında çok belli o onların ecem^i.. öyle parlıyor ki gözleri , çok belli ailenin sona kalan yaramaz çocuğu.. cin gibi bir kız çocuğu..

Ecem^liğini yaşadığı çemberden koparıp alıyorum onu yukarıya..benimle oynasın , diye.. o razı olmasa -biliyorum o dakikadan başlayarak- onu koparmam mümkün değil… sonrası – ki şimdiye denk düşer- daha da fazla inanıyorum buna..

Pembe odada kendinden o kadar emin ki hiç endişe taşımıyor ecem olmadığı bir ortamda bulunduğuna.. istediği şeye el atıyor.. eline geçen hiçbir şeyi geri almam mümkün değil.. ne geri alması onun koyduğu yeri değiştirmem mümkün değil.. artık o da onun ecem^liği kabul etmiş bir varlığa dönüşüyor.. pembe cin gibi gözleriyle bakıyor bana.. tüm hareketlerimin, en ufağının bile öyle farkında ki.. eline geçirdiği her şeyi -elbetteki kendi resmine uyacakları -alarak yan yana diziyor.. yan yana ve gittikçe yarım ay sonunda da bir çember olana dek.. ve çemberi tamamlar tamamlamaz ayağa kalkıp dansını sergilemeye başlıyor.. ve bu andan sonra hiçbir şeyi değiştirmem mümkün değil…

İkinci karşılaşmamız.. gözüm çok korktu ..doğru.. bu defa onunla yaklaşmalıyım.. o ne yaparsa yapsın tekrarlayarak ve çoğu kez onun istediğinden fazlasını vererek dost olduğuma kendimi inandırmaya çalışıyorum onu ise kandırmaya.. kanıyor da.. bir adım yaklaştım..

Üçüncü bir araya gelişimiz olamıyor.. sonraki de.. ve iki atlayarak zamandan karşılaştığımızda ise yeniden sıfır^a döndüğümüzü görüyorum..o yine çemberini çiziyor ve içinde dans etmeye başlıyor.. çemberinin içinde ise bana asla yer yok..

Bir sonraki gelişinde biraz daha zorlayıcıyım.. bu defa yerde değil yarım ay masada; tam da onun istediğine gidecek yolu göstererek- gerçekleştirmesini istiyorum oyununu.. kabulleniyor belki de kararlılığımı.. ama başka adım yok atabildiğim..

En son .. odada yalnızız.. ki bundan öncekilerde hep bir çift göz daha izliyordu bizi.. pembe gelmeden önce tüm odayı arındırıyorum.. onun çemberini çizmek için kullanabileceği her şeyden mahrum ediyorum.. geldiğinde tam şaşkın..ama belli ürkmüş değil.. ne istediğini o kadar iyi biliyor ki.. ve tüm saat boyunca sonunda başardın , dedirten o kabullenişlerinin asla vazgeçiş olmadığını biliyorsun.

Devamını ben de merak ediyorum henüz..

*pembe; üç yaşlarında bir kız çocuğu.. nesneleri sıraya dizmek en tipik davranışı.. özellikle küpler-legolar-puzzle parçaları yan yana geçmeli..

18 Ağustos 2008 Pazartesi

sen de yap -üç-

Sen de yap..
Benim yaptığıma bak sen de aynısını yap ve benimle senin aranda oluşsun bir köprü… sonra genişlesin bu köprünün vardığı yol.. yolda karşılaş diğerleriyle ve her bir karşılaşma büyütsün seni de .. her karşılaşmada büyüt onları…
Karşılıklı oturuyoruz.. ismi değişen yüzü değişen renklerle.. bana bak… bana bak ve sen de yap…
Elimde bir kaşık.. böyle başlangıçlarda çoğu zaman kaşıktan ve arkadaşı bardaktan medet umuyorum..her renk onlarla defalarca karşılaşmış , kullanmış olduğu için en kolaylık sağlayan aletler..
Kaşığı ağzıma doğru götürmeden önce ^nasıl yemek yiyoruz göster^ diyorum ve hemen ardından gerçekleştiriyorum ham ham diyerek .. sonra bir kaşık da o^na uzatıyorum ve tekrarlıyorum.. ^nasıl yemek yiyoruz göster^ kaşığı ağzına doğru götürebilir / kaşığı çevirmeye başlayabilir / kaşıkta kendi yüzünü izleyebilir/ kaşığı atabilir… beklediğim hareketi yapmasını sağlamak için biraz destek olmalıyım .. ihtiyaç duyduğu sürece elinden / bileğinden/ dirseğinden tutarak kaşığı ağzına doğru götürmesini sağlıyorum…ve ham ham diyorum o da taklit eder belki..
Sonra kaşıkları kaldırıp bir bardak alıyorum elime.. ^nasıl içiyoruz göster^ diyerek bardağı ağzıma doğru götürüyorum hüüüp .. hüpp..
Bakıyorum ki sevdi bu sesi.. nedense çoğu kez hüüp diyerek bunu yapmak güldürüyor onu.. hemen ona da bir bardak.. ve beklemeli şimdi..
Kaşık ve bardağın yardımıyla başladığım iki hareket taklidine renk yardımsız yapmaya başladıkça yenilerini ekliyorum.. nasıl alkışlıyoruz, saçımızı tarıyoruz, kalkıyoruz, yürüyoruz, koşuyoruz, zıplıyoruz, oturuyoruz, öpüyoruz, öksürüyoruz,yüzüyoruz, hapşuruyoruz, sarılıyoruz, uyuyoruz, ağlıyoruz, gülüyoruz… hareketlere eşlik edebilecek sesler varsa onları da ekliyorum yanlarına.. öğrendikçe hareketleri yardıma koşan aletleri kaldırıyorum ortadan bir bir.. şimdi kaşıksız da yeme hareketini taklit edebilmeli , bardaksız ve taraksız da …
Tabi ki her yaptığından sonra hey’li oley’li çak’lı kutlama.. ya da bir parça en sevdiği yiyecek..

Tüm hareketleri ben ona göstermeden sadece sorduğumda yapabilinceye dek sürüyor alıştırmalarımız..

* hareket yönergelerine başlarken yine her zaman olduğu gibi renk^in ilgilerinden yola çıkmak önemli.. eğer tarağı seviyorsa saç taramak gelebilir en başa.. veya bildiği motor taklitlerden yola çıkılabilir; ^nasıl alkışlıyoruz göster^ gibi.. her defasında yönergeyi aynı şekilde söylemek , aynı yerde gerçekleştirmek önemli.. alıştıkça değişik zamanlarda ve yerlerde denemeli..

hoop


Gri^nin hop sesini taklit etmesi amacım..
Başlangıç için hoplatma oyununun etkili olabileceğini düşünmüştüm..
Hoplatma oyununu bilirsiniz; çocuğu kollarının altından tutarak yukarıya doğru kaldırarak sallarsınız.. ve hoop hooop dersiniz sonra yumuşak şekilde yere bırakırken düştü .. ve beklersiniz bi daha havalara uçmak için bakmasını , elinizi tutmasını, tırmanmaya çalışmasını ya da bi daha demesini.. bi daha demeye başlamış bir çocuk artık hoop^u da taklit ediyordur çoğunlukla.. belki bu defa bi daha^yı söyletmektir amacınız..
Ben de işte özellikle hareketi seven çocukların vazgeçilmez oyunu hoplatmayla eğleneceğimizi ve Gri^nin de benim gibi hoop hoop demeye başlayacağını ummuştum…
Ama o gün başka bir oyun bulduk beraber.. yok galiba o buldu.. ama nasıl buldu , nasıl çıktı ortaya pek bilemiyorum..

Gri fileden bir top sepetine bakıyordu.. içinde renk renk ve farklı boylarda topların olduğu bir sepet.. cazipti.. Gri öylece bakıyordu yalnız..içinden bir top aldım ona uzattım.. o da tekrar sepete.. sonra bir tane daha..yine sepete.. topları sepete atarken çok keyif alıyordu..
Sonra tuttum sepeti ve yavaş yavaş yere dökülmeye başladı toplar.. her top yere değerken düştü düştü, diyordum ben de..sepet boş kaldığında top nerede diye sordum Gri^ye.. sonra odaya dağılmış toplardan en yakınımda duranı alarak sepete attım hoop diyerek.. sonra bi daha top nerede? Gri koştu yakaladı toplardan birini ve sepete attı.. ben de hoop demeyi vazife edindim.. odadaki tüm topları topladık böylece..
Ardından bi daha sepeti boşalttık .. hooop diye diye topladık..
Sonra bi daha.. bi daha..
İlk günümüzde bolca oynadık..
Sonra ilerleyen günlerde..
şimdi Gri hem top diyerek hem de hop diyerek katılıyor oyuna benimle..

^hoplatabilirsiniz demiştim ses taklitlerini artırmak için..
çizmeyi seven bir çocuk için her karaladığı için ya da dik çizgi çizerek hoop kullanılabilir..
bir çubuğa halka takarken her defasında hoop denilebilir..
zıplarken tavşan gibi hoop hoop..
merdiven çıkarken/inerken hoop hop diyelim..
hamurdan top yaparken hoop hop işte top gibi bir türkü tutturulabilir…
ama en iyi yolu bulmanızı sağlayacak olan oyun arkadaşınız^dır..
eğer hep aynı hareket için hoop^u kullanırsanız hoop dediğinizde arkasından neyin beklediğini de bilebilir..^

mor -iki-




03.10.2006


Bugün sanki farkındaydın da gideceğimin tüm sevimliliğini katıp da üstüne çıktın karşıma…Gözlerinin içinin gülerek bana bakmasını mı anlatmalıyım –ki biliyorum birkaç saniye içinde benim gözlerim gülmeye başladı..dudaklarım hep yanlarda.. sesimin de her zamankinden yüksek çıkmaya başladığını fark ettim.. sanki herkes bilsin o an birlikte olduğumuzu der gibi…
senin benden sonraki oyun arkadaşından utanmasam tüm birlikte geçireceğimiz zamanı seni öperek, koklayarak , sarılarak geçirebilirdim.. aslında buna dair bir itirafta da bulundum.. bunlar son saatlerimiz bolca sevişeceğiz mor’la dedim.. ama yine de içimdeki kadarını yaşayamadım..
sen bunu bil..

Öyle neşeliydin ki dediğim gibi bulaştı bana da… hüzünlü olmamı yasakladın!!! Belki böylesi en güzeli.. mor sen nesin, derim ya sana sen de yarım yamalak anlaşılan sözcüklerinle şeker , dersin ben de seni yerim…
bugün işte baştan aşağı şeker-di senin adın..
aklıma hatıra fotoğrafını çektirdin…

Burada sana dair yazılmış bir mektubumsu daha var.. o ilk günlerinden kalandı.. bu ise şimdi durduğumuz yerden.. aradan tam bir buçuk yıl geçmiş.. dünmüş tam bir buçuk yıl olalı.. bu bir buçuk yıl içinde ne çok büyüdün.. büyürken adını öğrendin..
artık sana adını ve soyadını sorduğumuzda söylüyorsun…
benim adımı , tanıdıklarının adlarını da..
karşına çıkan pek çok nesnenin adını biliyorsun..
bilmesen de; artık son günlerde artan şekilde soruyorsun “o ne o ne”
bildiklerini de sormayı ihmal etmiyorsun..
öyle anlarda yüzünde muzip bir gülümseme..
sen benimle dalga mı geçiyorsun küçük bey
demeyi ihmal etmiyorum sana içimden; hiç şüphen olmasın…

Sana tanıştığımız günlerde hamuru elletemezken şimdi hamurdan simit, ağaç, araba yapıyorsun.. hatta bugün makas yaptık değil mi… ellemeyi ilk kabul ettiğin hamur mor renk^ti ..bunu da unutmadım.. seni ikna etse etse mor ederdi… öyle de oldu… mor hamurdan sonra diğer renklerdeki hamurlara dokunmamaya devam ettin bir süre daha..
bugün eline aldığın parmak boyasını soruyordun bana ^bu ne?^ parmak boyası dememle pastel boyayı alıp sorman bir oldu.. bu ne.. şimdiye dek ona boya dediğim için meraklandın, belki bunun da bir ön adı olmalı dedin..
ve arkamdan tekrarladın ^pastel boya^..

Cee oyununa bile tepkisiz kalmışsın o zamanlar..ben onları unutalı çok oldu.. ama yazmışım yine bir yerlere.. şimdi ise sen oyun başlatıyorsun..
eline aldığın kuklaya merhaba deyip benim yanağıma uzatıp öpmesini sağlıyorsun..
ben kukla yerine seni öpsem bir kere daha…
Hele şu son günlerde oynadığın hayvanları okula taşımana ne demeli..
tek tek hayvanları yürütüp okula gidiyoruz, diyorsun onlara..
sonra da rafa koyup işte okul , diye kandırıyorsun onlarıJ
cee oynamayan çocuk sen miydin…

Şunu da unutmamalıyım ki;
sen hiç bir sesi tekrarlamıyordun … şimdi susuyor musun..
arada ye ye^lerin vardı ben de söylesem ilgilenmeyen..
şimdi kaç ye geçtik üstünden…

Resimlere hep ilgiliydin ama sadece araba olanlara..
şimdi ise hikaye kitaplarına bakıyoruz seninle..
ve sen benim sorularıma yanıt veriyorsun.. ya da birden söylüyorsun ;
tavşan geldi… pibi hapşurdu..

Mor inanamayacaksın belki ama sen küplerle kule bile yapmıyormuşsun.. oysa şimdi ^hüüpler^ diyerek nasıl seviniyorsun… bugün yine o sözettiğim muzip gülümsemeyle benim yaptığım şekillerden farklılarını yaparak ^aynı^ diye bağırıyordun… ^oldu mu mor^ dediğimde de ^oldu^ deyip aynısını yapmaya yöneliyordun… hiç meraklanma yine dedim; sen benimle dalga geçiyorsun diye…

Belki de yaşantındaki en önemli kazanımlarından biri ; çiğnemeye başlaman oldu.. sana bir parça çikolata yemeyi kabul ettirebildiğim gün;
öyle sessiz ama içinden gelerek akmıştı ki yaşlar gözünden
- sana dünyanın en büyük acısını verdiğimi hissetmiştim..
şimdi ise sana yemek ister misin diye sorduğumda -herhangi bir şeyi- ^istiyorum^, diyerek alıp ısıra ısıra afiyetle yiyorsun… çiğnemeyi öğrenmende sanıyorum ki seninle aynı boyda olan ufaklıklar etkili oldu..
seninle aşamadığımız adımlardan biri bu oldu ..
ama sen aştın.. önemli olan buydu..


Öyle çok şey var ki öğrendiğin.. öğreneceğin..
öğrenmeye devam edeceğin..
bunları yaparken, seni büyürken göremeyecek olmak, senin oyun arkadaşlığından istifa etmek … ama seni aralıklı görüşlerimin hepsinde çok şaşıracağımı bilmek , hayatlarımızdan çıkmayacağımızı bilmek evet bunu bilmek duygularımı hafifletiyor.. böyle oldu diğerleriyle de.. ama yine de biliyorum ki önemli bir şeyi bırakıyorum..
oyun arkadaşlığından vazgeçmek..
ötesi var mı ki..
bilmiyorum…


Yaşantımda olduğun için sana çok teşekkür ediyorum..
bana öğrettiklerin ve yaşattıkların için…

seni özledim




03.10.2006

Yeşil bugün bahçedeydi onu gördüğümde.. ve ben balkonda.. ona seslendiğimde yeşil, diye; bana döndü ve ard arda sıraladı tümcelerini…
--- seni asla göremeyeceğim…seni seviyorum.. annem dün kötü bir haberim var, dedi..bana kötü haberi söyledi.. seni hiç göremeyeceğim.. seni neden o okula aldılar…
ona sadece yanıma gelirse bunları konuşmak istediğimi söyleyebildim…
geldi.. odamıza çıktık.. gözlerine bakıp onu çok sevdiğimi ve hep seveceğimi söylemekten başka hiçbir şeyim yoktu sanki…
anlattım.. anlattım.. o da dinledi.. tamam, dedi arada.. arada yine seni göremeyeceğim.. seni seviyorum.. seni çok özledim..
ihmal etmedim , seni çok özledim^lerini seni çok özleyeceğim^e çevirmeyi.. oysa bu göbek bağımızın tek benden yana olmadığını hissettirdi bana…
bugün balayı dersi yapalım,dedim ona ilk gün gibi..zihnimdekinin ona aktarımı ne yapmak istersin^di... birlikte çizgi film izlemeyi seçti.. o çizgi filmi ; ben onu izledim.. çocukların hepsi ne çabuk büyüyordu…
hayat rehberi değil miydim ben onun.. istediği zaman beni çevirebilirdi..
baktık birbirimize..ellerini ellerimin üstüne koydu…annemi öptüm biraz nezle oldum, dedi..
hasta değilim ama ben ateşim çıkmadı. Hasta değilim.. sonra büyüyünce at bakıcısı olacağından sözetti.. hem de sakalsız bıyıksız ve gözlüksüz bir at bakıcısı.. gözleri bozulursa benim gibi lens kullanabilirdi belki..şekli nasıldı lenslerin.. ona banyoda lenslerimi gösterdiğim günü anımsattım.. tamam , dedi.. gözlerim bozulursa lens kullanabilirim..
sonra baktım yine ona.. ve anlattım at bakıcısı olmak istiyorsa nasıl ve neleri öğrenmesi gerektiğini .. ve benim onu arayacağımı.. öğretmenini arayacağımı.. ve yeşil bunları da öğrendi , dediklerinde ne kadar mutlu olacağımı…

gün bitirdiğinde aramızda geçen vakti biri sordu ona.. canın sıkkın gibi..nedir nedeni.. sylviaturtası^nı çok özledim, dedi.. düzeltmedim…

içimi alıp önüme gittim… önümdeki yeni veda^ya.. veda ne demek oldu bana dediği.. veda ne demek yeşilciğim…

...


beni gördüğün için teşekkür ederim…

gece yarısı uyanıyorum,avucumda bir çok göz…
azıcık yumsam gözümü ya da elimi
sanki bir hokus pokus an^ı gibi kaybolacak hepsi…


özür dilerim çocuklar..ben artık sokağa çıkamayacağım…

bir çocuğu sevmek




Bir çocuğu sevmek.. karşılıksız sevginin en kabullenilmiş hali...
O^nu gördüğünüzde içinizde başka hiçbir şekilde akmayacağını bildiğiniz bir ırmağın coşmaya başlaması^dır.. o an^a dek bu nehrin varlığından bile habersiz oluşunuz fark etmez.. gözlerinize inanama dedikleri bu olsa^dır.. bakarsınız parlayan gözlerinize, elini tutan elinize.. hiç bu kadar sıcak olmamıştır ki daha önce elinizden başlayan bedeniniz.. öylece bakarsınız ..
içinizden gelen durmadan dokunma hissi.. mümkünü olsa içinize almak isterseniz başkasının bedeninde taşınmış olduğunu bile bile öncesinde.. içinize almak ve orada kollamak, korumak onu.. ama mümkünsüzlüğünden taşımak isterseniz o^nu her yere ya da gittiği her yerin sizi de barındırmasını… adımlarınızın hızını uydurmak istersiniz birbirine.. ne sizin önce başlamışlığınız kalsın geride ne onun geç kalmışlığı…
Bir ışık selidir bir çocuğu sevmek.. hükmeder tüm hücrelerinize.. korkutur bu sevgi.. bilinmiş bir şey değildir koşulsuzluğun bu hali sizin için de.. ne bir parça çikolataya satılacağınızı bilmek incitebilir sizi , ne açılmış kollarınızın boşluğa kapanması korkutur sizi , ne duyulmayan sevgi sözcükleriniz..sevginin ^k^ halini yaşattığı için minnet duygularınızı da ekleyerek seversiniz durmadan.. Tüm yaşamınız boyunca size uzak kalan tüm kavramlara nanik yaparak bu çocuğun yaş almış tüm halleri belirir gözünüzde.. düşünüz oluverir tüm bu an^lara ortak olmak… Elimi tut e^mi , diye yakarışınızı duysun yeter ki…

* tüm renklerim^e ...

pembe ahtapot


Bunu hiçbir zaman yapmamam gerektiğini düşünüyorum hala.. ancak yine de şu an parmaklarım geçtiğine göre harekete - sadece şunu söyleyebilirim ki anlatabileceklerim ; yaşanılanların üst kabuğu olabilir.. –ki kabuğa çok tırnak izi bırakamayacağımı da biliyorum…ama sanki insanın boyunu aşan bir sevgiyle karşı karşıya olması onun bir parçasını dünyayı kucaklasın diye bırakma isteği de yaratıyor…

Pembe ahtapot.. en doğal isim bu gibi geliyor bana.. ne tek renk ne tek ahtapot anlatabilir onu.. renginin pembe olmasını ben seçmedim.. o seçti mi bilmiyorum.. ama sanıyorum şu an en sevdiği ya da seçtiği renk pembe demeli.. nedeni çok basitti; annesi ona hep pembe kıyafetler giydirir(di).. ahtapotun ne olduğunu bilmiyor.. ama bir ahtapot görse çok yakın hissedeceğini sanıyorum.. çünkü; o iki koluyla bile beni bir ahtapot gibi sarmayı başarıyor..

Pembe ahtapot üç yıldır hayatımda.. onunla tanıştığım günlerde beni böyle bağlayan bir varlığa dönüşeceğini hiç aklımdan geçirmemiştim.. aslına bakılırsa o günleri hiç hatırlamıyor gibiyim.. o kadar kapsayan bir hali var ki sanki hep burada; içimdeydi.. bütün çocuklarımı sevmekle beraber zaman zaman duygusal olarak bazılarına daha da yoğunlaştığımı kabul etmeliyim sanırım….pembe ahtapot ise sanki her zamankilerden farklı.. belki de gel-git^li hali böyle hissetmeme yol açan.. daha iki gün önce gözlerinin parlayışına bakarak konuştum onunla.. hem de içimden konuşmama rağmen beni duymasını dileyerek.. ve kalbimi bir gün ya üzüntüden ya sevinçten durduracağını söyledim ona.. çünkü; öyle hızlı değişiyor ki duygu halleri.. ve her iki ucu da öylesine uçta yaşıyor ki. Ona ayak uydurmakta güçlük çekiyorum.. duygumu içimden seslendirişim abartılı bir ifadeydi belki de.. ama onun kendisini neden kötü hissettiğini anlayamadığım günlerde ; karşımda kan kaybeden birine hiçbir şekilde yardım edemeyen biri gibi hissediyorum kendimi.. öyle parçalıyor içimi çığlıkları.. ve duruyorum.. çaresizce bakıyorum , anlamaya çalışarak duruyorum.. o ise hiç görmüyor beni. ne gördüğünü, ne hissettiğini onun gözlerinden görmeyi öyle diliyorum ki.. görmek ve ona ulaşabilmek.. aynı zamanda bazen öyle geliyor ki yakınıma.. gözlerinin içinde yine nedenini bilmediğim bir pırıltı.. parıl parıl parlıyor bakarken.. dudaklarındaki gülümseme , kıkırdamalı bir kahkahadan çığlığa dönüşüyor.. o kadar heyecanla gülüyor ki kendi gözlerimin gülüşünü ve dudaklarımdaki kendisini silmesi mümkün olmayan gülümsemeyi ben bile görüyorum..
Şu günlerde böyle bir mutluluk çemberi içindeyiz.. uzun bir yolculuktu bu defa.. buraya gelmesini uzun zaman bekledim.. içimde katranlı bir acı oluştu.. ve geldiği gün ilan ettim “geri döndü” diye.. geri dönmek… nerdeydi ve nereden döndü.. hiç hiçbir şey bilmiyorum.. ah birazcık bilebilsem.. bir şey değişir miydi bilmiyorum.. o kadar çok bilinmezle beraber ki.. evet onun hoşlanabileceklerini biliyorum.. hoşlanmadığı durumları da az çok kestirebiliyorum.. ama öyle an^lar oluyor ki oradan öylece bakmak zorunda hissetmek.. ya da onun sevdiği şeylerin içine beni de çekerek sorgulamalarımı başlatması.. ama biliyorum mutlu olması çok değerli.hepimizin mutlu olmak çabamız gibi onun da mutlu olması..


……

sen de yap -iki-

Sen de yap..

Benim yaptığıma bak sen de aynısını yap ve benimle senin aranda oluşsun bir köprü… sonra genişlesin bu köprünün vardığı yol.. yolda karşılaş diğerleriyle ve her bir karşılaşma büyütsün seni de .. her karşılaşmada büyüt onları…

Karşılıklı oturuyoruz.. ismi değişen yüzü değişen renklerle.. bana bak… bana bak ve sen de yap… kollarımı kaldırıyorum ve ekliyorum sesimle de kollarını kaldır.. yapabilir bekle.. bu süre ona yapacak kadar zaman versin ama yapmaya niyeti yoksa da yerinden kalkmasına engel olacak kadar kısa olsun… yapmadı.. tekrarlıyorum kollarımı yeniden kaldırarak.. ve bu defaki beklemeden sonra onun kollarını tutarak kaldrımasını sağlıyorum… hey’li oley’li çak’lı kutlama.. ya da bir parça en sevdiği yiyecek..
Kaç kez böyle benim kollarım kaldıraç olduktan sonra kaldıracak bilmiyorum.. ama kollarımı kaldırdıktan sonra beni model alarak kaldıracağı güne dek sürecek bu.. ve bu güne gelinceye dek belki önce ellerinden sonra bileklerinden sonra dirseklerinden tutacağım… tüm ağırlığını verecek belki de.. sonunda bir işaret parmağımın dirseğine dokunması kafi gelecek belki de.. ta ki benim yaptığım hareketi taklit edene dek.. ve bununla da yetinmeyeceğiz… sadece kollarını kaldır^ı duyup bunun hangi hareketi yapması gerektiğini ona anlatmasına dek çalışacağız..

Başka hareketler de.. hareketlerin ortak özelliği tek aşamadan oluşan motor hareketler olması olacak.. alkış, ayağını yere vur, el salla, zıpla gibi..

Tüm hareketler de fiziksel destek vermek , görselleştirmek, işaret etmek ,model olmak yardımımıza koşacak..

* tek basamaklı hareketler taklit çalışması olarak başlar; ancak ardından alıcı dili geliştirme amaçlı yönergeye uygun davranmaya yönelik aktiviteye dönüşür..
aktivite başlangıcında kaç motor hareket ile başlanacağına , yeni bir hareketin ne zaman ekleneceğine çocuğa göre karar vermek önemlidir..

kitap



Otizm El Rehberi / Dr. Lorna Wing
Otizm Ve Otistik Çocuklar /Prof Dr.Nilüfer Darıca Dr.Ülkü Abidoğlu Dr. Şebnem Gümüşçü
Gerçek Bir İnsan /Gunılla Gerland
Resimlerle Düşünmek Otizmin İçerden Anlatımı/ Temple Grandin

Süper İyi Günler /Mark Haddon
Yağmur Çocuklar – Otizm Nedir? / Doç.Dr Barış Korkmaz
Asperger Sendromu / Doç.Dr. Barış Korkmaz
Marsta Bir Antropolog / Oliver Sacks
Kelimelerin Ötesinde - Bir Otizm Hikayesi / Pınar Kahraman Küçükaras
İstiyorum, İhtiyacım Var, Çünkü Farklıyım … / Nevin Benal Penny
Otizm Şart Mıydı! / Çiğdem Ergüvenç
Benimle Oynar Mısın? Otizmle Yaşamak Ve Annelik /Güzide Tekeş
Otizm – Otizmde Görsel İletişim Tekniklerinin Kullanımı / Dr. Yeşim Fazlıoğlu , Uzm.Meral Eşme-Yurdakul
Onlar Güneşe Hasret / Selvi Borazancı Persson
AQ Otistik Zeka Ve Seviyeleri Otizm /Selvi Borazancı Persson

Otizm /Umudumuz Davranışçı Tedavi /Ayda Halker
Biraz Yer Açar Mısınız? Normaller İçin Kitap:Otizm /Nevin Eracar ,Vildan Onur
Bayan Perşembeler /Prof.Dr. Füsun Akkök
Sos Otizm Ve İletişim Problemi Olan Çocukların Eğitimi / İnci Vural Kayaalp
Otistik Özellikler Gösteren Çocuklara İletişim Becerilerinin Kazandırılması / Prof.Dr.Gönül Kırcaali-İftar
Otizmde İlk Adım / Aydan Aydın
Otizm /Prof. Dr. Efser Kerimoğlu
Sevgi Dili Konuşan Çocuklar / Ayşegül Turhan
Otistik Çocuk Dahi Mi Engelli Mi? /İsmail Tufan
Ben Bir Anneyim / Kadriye Çiçek
Yaşamın Diğer Bir Penceresi Otistik Özelliklere Sahip Çocuk Babaları ve Duyguları / Füsun Akkök , Bilge Uzun Özer

sen de yap

vücudumuzu tanıyalım...
Sen de yap..

Benim yaptığıma bak sen de aynısını yap ve benimle senin aranda oluşsun bir köprü… sonra genişlesin bu köprünün vardığı yol.. yolda karşılaş diğerleriyle ve her bir karşılaşma büyütsün seni de .. her karşılaşmada büyüt onları…

Karşılıklı oturuyoruz.. ismi değişen yüzü değişen renklerle.. bunu defalarca yaptım sanırım.. defalarca karşılarına oturdum ve bana bakmalarını istedim.. benim baktığım yerde olmalarını başka bir deyimle.. sanırım en sevdiğim aşamaydı aramızdaki.. her biriyle ayrı ayrı.. ama önce bu karşı karşıya gelmeyi sağlamaktı amaç.. bazen uzun sürdü bazen kısa.. bazen mor ile yaşadığımız gibi dolambaçlı yollardan geldik karşı karşıya.. bazen geliş nedenleri hiç ben olamadım.. sürdü bir araç olarak karşısındaki duruşlarım…

Gel… ne olursan ol gel demeyi başardığımızda koşarak geliyorlar belki…
Şimdi otur öyleyse ve bana bak.. bana bak ve sen de yap…

Kendinin ve diğerinin ayrımını yapmak için önce bedenimizin kapladığı alanı, uzuvlarımızın her hareketteki savruluşunu fark etmeye ihtiyacımız var.. benim bedenim ile öteki arasındaki sınırı çizmeye… renkler öyle karışıyorlar ki çoğu zaman ben nerde başlıyorum nerde bitiyorum bulmak da güçlük çekiyorum-z…

Vücut parçalarına dokunma , vücut parçalarını gösterme ; yaşamın ilk yıllarından itibaren en yakın keşif alanı olan bedenden başlamak işe…

Karşılıklı oturuyoruz.. belki de ayakta olmayı seçmek gerek.. bunu renk belirliyor.. ortada kabul ettiğimizden burundan başlamak işe çoğu zaman doğru bir başlangıç noktası gibi duruyor.. ancak yine de rengin orta noktasını bulmak gerek..
Tek bir parçaya dokunmak.. burnuna dokun diyorum ve her defasında kendi burnuma dokunuyorum… onun da elini kaldırıp bu kısa görünen mesafeyi aşmasını beklemek kolay görünebiliyor bana/sana.. ya ona? Dünyaya geldiğimden beri maksatlı ya da maksatsız kaç kez burnuma dokunmuş olduğumu tahmin bile edemiyorum.. burnuna dokun hadi bak ne kadar kolay elini kaldır ve yüzünün tam ortasındaki çıkıntının üstüne koy benim gibi.. ama bunu neden yapmalısın ki durup dururken.. bu nedensizliği ortadan kaldırmak işi kolaylaştırabilir.. bu nedenle bir parça sevdiği yiyecek , oyuncak yolun sonundan göz kırpıyor.. bu da harekete geçirmezse onu benim elimle birlikte çıkıyor bu yolculuğa.. ve sanki bu yolu tek başına aşmış gibi tek başına ulaşıyor yiyeceğe /oyuncağa.. ya da güzel bulmasını umduğum bir takdir sözcüğüne/ alkışa.. bunu defalarca tekrarlıyoruz ta ki yolu tek başına gitmeye karar verinceye dek.. burnuna dokun ve burnuma dokunuyorum.. o da yaptığımı yapıyor.. burnuna dokun ve ben hareketsizliğimi korurken o dokunuyor..

Ve diğerleri de ekleniyor burnun yanına.. bak bunlar senin gözlerin, başın, kulakların,ağzın, bacakların, ellerin, ayakların , dişlerin ve dilin… birlikte keşfettik artık tanıdık… şimdi bunlarla güldüğünü, ağladığını, saç çektiğini, kulak verdiğini, gördüğünü… bilmeliyiz..

* vücut parçalarına dokunma taklit çalışması olarak başlar; ancak ardından alıcı dili geliştirme amaçlı yönergeye uygun davranma, vücut parçalarına ayırt etmeye yönelik aktiviteye dönüşür..
aktivite başlangıcında kaç vücut parçası ile başlanacağına , yeni bir vücut parçasının ne zaman ekleneceğine çocuğa göre karar vermek önemlidir.. yine aktivitenin gerçekleştirme biçimine de aynı şekilde karar vermek gerekir.. Sadece sözcükleri kullanmak ya da renkli etiketleri vücut parçasına yapıştırma/ başına konulan bir nesneyi alma ( başına en sevdiği renkli topu iliştiriyorum-başına dokun- topu almak için eli saçına değdiği her an başına dokunduğunu söylüyorum) / vücut parçasını boyama gibi eğlenceli bir form tasarlanabilir..

sallan-dur


(...Fuşya 21 yaşında.. onunla ilk karşılaşmamız değil. O, 15 -16 yaşlarındayken başka renklerle beraber oynuyorduk.. sonra yaşantılarımız değişti. Başka mekanlarda yaşamaya başladık.. zaman bizi tekrar bir araya getirinceye dek.. yeni beraberliğimizde tek renk oydu.. )

Fuşya zıplamayı çok sever.. kollarını yana açıp başını da sallayarak dans etmeyi.. şişman bir vücudu olmasına rağmen o kadar hızlı sallanır ki bir gökkuşağına dönüşebilir sallanırken.. çok sık sallanır.. o kadar sık ki başka hiçbir şey yapmasına imkan tanımaz bu çoğu zaman..
Evet, Fuşya harekete az duyarlıdır..

Sallanmak keyifliyse ilk oyun adımı olabilir.. salla – dur oyunumuzun adı..
Fuşya ne zaman sallanmaya başlasa ben de onunla beraber aynı şekilde sallanıyorum.. sallanırken müzik ekler gibi dansımıza “salla salla salla ..” diyorum.. o kadar çok sallanıyoruz ki nefesim kesiliyor çoğu zaman.. “dur” diyerek bedenini tutuyorum .. omuzlarına koyuyorum ellerimi.. duruyor.. salla-dur salla-dur .. bu sözcükleri tanıması ve rahatlatıcı bir oyun haline dönmesi için sadece Fuşya’nın başlatmasını beklemiyorum oyunu.. ben de başlatıyorum.. biliyorum yine nefesim kesilecek.. bu kadar başımı sallayarak zaman geçirebileceğimi bilmiyordum..

Başlangıçta Fuşya ile geçirdiğimiz bir saatin en büyük parçasını bu oyuna veriyoruz.. zaman içinde küçülüyor oyun zamanı.. kontrol edilebilir bir davranışa dönüşüyor sallanmaları.. başka bir oyun içinde ortaya çıktığında “dur” denilerek ertelenebiliyor..
Sallanma zamanı küçük parçalara ayrılmaya başlandığında masada beraber oturma süremiz büyümeye başlıyor.. Fuşya buna hemen uyum sağlamak istemiyor.. sık sık kalkıyor masadan ve yeniden sallanmaya başlıyor.. oyunu başlatmak istemesini kabulleniyorum önce.. sallanıyoruz takatimiz yetinceye dek.. sonra yeniden masaya dönüyoruz.. az zaman sonra takatimiz kalmış olsa da masaya dönüyoruz.. en sonunda Fuşya kalktığında ayağa “daha bitmedi Fuşya” diyorum anlıyor ; oturuyor…

mavi




Mavi üç yaşında.. ona neden mavi dediğimi bilmiyorum aslında..belki de sadece takıntılı olduğu marakaslar mavi renkte olduğundan… belki de sadece kahverengi gözleri her tür maviliği görmek ister gibi baktığından… yanlış anlaşılmalara mahal vermesin;Mavi her maviye takıntı geliştirmiyor.. ama sanki “mavi kubbe altındaki her şeye ilgi ile bakabilirim”, der gibi.. oysa tüm bunları şimdi düşündüm sanırım…

Şimdi daha farklı bir dille ifade etmeme ihtiyaç kaldı mı bilmiyorum ama Mavi görmeye az duyarlı bir çocuk.. az önce de dediğim gibi Mavi her maviye bakmayı seçmiyor ama baktıklarının ortak yanı sanırım ince uzun nesneler olmaları… ve yine birlikteliğimiz bana şunu fark ettirdi ki Mavi izlemek için kullandığı nesnenin asıl işlevini( tabi ki bu bizim için geçerli işlevi) öğrendiğinde onu izleme nesnesi kılmaktan vazgeçiyor…
Şimdi bir mavi nesnenin izlenmekten vazgeçişilişi…
Mavi , mavi marakasları eline alıp dolaşmaktan çok hoşlanıyor.. ortadan kaybolduklarında ise ağlayarak tepki veriyor… mavi marakasları bir var bir yok etme zamanı…
Bu oyunun adı “yakalamaca”
Sırayla marakaslar kimin elindeyse diğerinin onun peşinden koşup marakasları ele geçirmesi gerekli.. ben de onun kadar istek duymaya çalışıyorum marakaslara.. müziğe en yakın durduğum an şekilsel olarak da olsa…
Marakaslar benim elimde.. Mavi’nin hızlı yürüme şeklinde peşimden gelişi…yine de beni yakalıyor.. marakaslar şimdi Mavi’de… “sıra sen de Mavi ,Mavi koş” diyorum ; yetmiyor arkasından itiyorum koşar gibi yapsın diye.. koşmasa da coşkulu bir hali var,
sevdi sanıyorum…
Sosyal etkileşime dayalı oyun diyoruz Maviciğim biz buna ,diyorum (içimden ama bir yerlere böyle not düşeceğim o günlerden belli)….
İşte Mavi’ciğimle sosyal etkileşime dayalı bir oyunun hakkını verdiğimizi inandığımız sıralarda sınırlarımızı genişletiyoruz.. şimdiye dek aynadaki görüntüsünün farkında değil gibi davranan Mavi için bir fırsat an’ı.. Mavi marakasları benden aldığında ya da ben ondan aldığımda daha çok aynanın karşısına denk düşüyoruz ve Mavi’nin da bu görüntüyü fark etmesi için yönlendiriyorum… zaman geçiyor ve Mavi başka başka zamanlarda da aynaya yönelmeye, kendisine bakmaya başlıyor…
Marakaslarla bir süre yakalamaca oynadıktan sonra oyunumuz bir de “yakalamaca+ saklambaç ” a dönüşüyor …Marakasları her defasında kazağımın içine (öne) saklıyorum ve “Mavi oyuncaklarımız nerede?” diye soruyorum.. En başta ağlıyor Mavi , marakasların yokluğuna… zıplıyorum marakas sesini duysun diye..olmadı bir parçasını gösteriyorum marakasın… sonunda aramaya başlıyor.. saklayışlarımda aramaya kendiliğinden başlamasından sonra marakasların saklama yerlerini değiştiriyorum; bir öne bir arkaya.. Mavi bir süre hep önde aramaya devam ediyor.. önde çıkmadıklarında da ağlamaya.. zıplıyorum da zıplıyorum.. yine de işe yaramazsa bir parçasını gösteriyorum maviliğin… Mavi artık kazağımın her yanını kolaçan ediyor…Arıyor…Buluyor.. Saklıyorum.. buluyor…
Oyun bitti, diyorum..
Mavi artık ağlamıyor..
Şimdi ise marakasları sallayarak şarkı söylüyoruz Mavi’yle.. o ses benim gibi görünse de Mavi başını sallayarak eşlik ediyor…

Zig Zag



Yönetmen: David S.Goyer
Oyuncular: Wesley Snipes,John Lequizamo,Oliver Platt, Natasha Lyonne
(2002)


Abisi tarafından (gerçek abisi olmadığını sık sık belirtir) Zig Zag adı verilmiş otistik özellikleri olan bir çocuğun öyküsünün anlatıldığı film. Adım iki büyük Z, iki küçük g diyen Zig Zag 'ın bu isim tarifi ile bile otizmin kapısı aralanır. Zig Zag'ın göğüs tanımlaması,bulaşıkçılık yaparken tabakların ve suyun içinde kayboluşu, sayılarla olan ilişkisi ... otizm dünyasına gerçekçi bir bakış olarak yer alır filmde...

I am Sam



Yönetmen: Jessie Nelson
Oyuncular: Sean Penn, Dakota Fanning, Michelle Pfeiffer(2002)


Sean Penn'in otistik özellikleri de olan mental retarde kişiliği başarıyla canlandırdığı filmde "sevgi engel tanımaz" sloganını sık sık hatırlarız...

rain man




Yönetmen: Barry Levinson

Oyuncular: Dustin Hoffman,Tom Cruise
(1988)



otizmin ,yağmur adam olarak ülkemizde duyulmasına neden olmuş filmdir.. otistik yerine yağmur adam deyimi bile kullanılır olmuştur... film; otistiklerin rutinlere bağlı yaşamını sergileme konusunda çok başarılıdır..
dustin hoffman'ın canlandırdığı yetişkin otistik gerçeğin iyi yansımalarından olsa da otizm gibi geniş bir yelpazeyi içeren gelişimsel-kültürel faklılığın sadece bir parçasını örneklemiştir.geneli sunduğu yargısıyla sık sık sorulur olmuştur; otistikler gerçekten böyle bilmemkaç basamaklı sayıları çarpıp yetinmeyip kareköklerini falan da alırlar mı diye...

mor



Mor, henüz 21 aylık bir bebek.. kıvır kıvır saçlarıyla ağlayan gözlerle bakıyor bana… bugüne dek 15 kez karşılaştık.. ancak bu 15 defa bir araya gelişimiz ve beraber geçirdiğimiz bir saatten sadece ben bir birliktelik yaratabildim.. o halen benden daha uzun zamandır tanıdığı ebeveynlerinden birinin eşliğinde yanımda olmayı kabul ediyor.. aynı odanın havasını teneffüs etmeye başlamamızdan sonra ikimizin yalnız kalmasına ikna oluyor.. yine de sık sık dışarı çıkmak için kapıya yöneliyor, ne gel demem ne otur demem hiçbir anlam ifade etmiyor.. kendi başına buyruk halde istediği oyuncağı seçiyor, ne ile nasıl ve ne kadar süre oynayacağına müdahale etmem mümkün değil…

bir aradalığımızı güçlendirmek için bir şeyler yapmalıyım.. işbirliğini kurmak ve hızlandırmak için basit komutlara uyumunu artırmalı.. dört komut seçiyorum Mor’la gerçekleştirmek üzere… “Gel-otur-alkış ve bay bay” sadece bu dördü.. kısacık görünmelerine rağmen uzun bir başlangıç olduklarını düşünüyorum…

Mor "alkışlamayı ve el sallamayı" motor anlamda yapabiliyor.. dört komuttan ikisini oluşturma nedenleri bu oluyor.. ayrıca Mor alkışlanmayı seviyor.. ne zaman onu alkışlasam bana bakıyor heyecanla…

Mor yiyecekleri çiğnemiyor. Yemesi için her şey püre şeklini alıyor… bu yüzden yiyecekleri yardımıma çağırmam sözkonusu değil… ama hoşlandığı ve hoşlanmadığı durumları görebilmeyi başarırsam işe yarayabilirler…

Gel dediğimde uyum sağlaması için müzik aletlerini kullanıyorum. Müzik aletlerini seviyor.. herhangi bir melodik ses duyduğunda ilgiyle yöneliyor; o da aynı sesi çıkarmak için alete uzanıyor.. bu nedenle ona her gel dediğimde marakası da sallıyorum..biliyorum benim gel’imden daha ilgi çekici.. Mor geliyor, marakası veriyorum.. keyifle sallıyor.. yavaş yavaş marakastan etkin hale gelmeli çağırmalarım.. her gel deyişime marakas sesini eklemeyi azaltıyorum . ama hala geldiğinde marakası alıyor eline.. ve zaman içinde marakas ödülü de zayıflıyor..

Mor ayakkabılarının cırt bantlarını açıp kapatıyor.. ayakkabılarından hoşlanıyor olabilir mi bilmiyorum… ayakkabılarını çıkarmayı deniyorum.. Mor bundan hiç hoşlanmıyor, tekrar giymeye çalışıyor ayakkabıları.. bir ipin ucunu tuttuğumu hissediyorum.. artık gel dediğimde yanımda duran bir Mor var.. yanıma geldiğinde ayakkabılarını çıkarıyorum.. o tekrar eski yerini almasını istiyor ayakkabılarının… otur giydireyim diyorum Mor’a..sanki ben değilmişim gibi çıkaran.. Mor sandalyeye oturuyor; o hazine değerindeki ayakkabıları tekrar olması gereken yerde görmek için.. elbette başlangıçta otur dediğimde ne istediğimi anlaması için hareketi gerçekleştirmesini ben sağlıyorum ama sonra yardımsız gerçekleştirmeye başlıyor.. sadece otur demek kafi artık.. ve oturduğumuza göre karşılıklı ikimizin de keyif alabileceği iki şey daha yapabiliriz; alkışlamak ve el sallamak…ve bunlar Mor’u ayakkabılarına götürebilir.. Mor’dan alkış yapmasını istiyor , alkışladığında ayakkabısının tekini giydiriyorum.. sonra elini sallamasını istiyorum, bunu yaptığında diğer tekini kazanıyor ayakkabısının…

Artık Mor’u kısa süreliğine olsa da ayakkabılarından mahrum etmeme gerek yok.. ama o iki küçük ayakkabıya teşekkürüm çok…

Şimdi Mor’la beraberiz sanırım.. beni görür görmez küçücük elini elime uzatıyor coşkuyla gidiyoruz tek başımıza kalabileceğimiz bir saate.. onun her gün biraz daha büyüdüğünü görmek içimi ısıtıyor..

mask

Yönetmen: Peter Bogdanovich
Oyuncular: Cher, Eric Stoltz, Sam Elliott, Estelle Getty, Laura Dern
(1985)


filmde aslan yüzlü bir insan olan rocky dennis'in gerçek yaşam hikayesi anlatılıyor. yüzünde bir maske taşır gibi görünen oğlunu kabul eden ve onunla yaşamayı değerli kılan anneyi canlandıran cher bu filmde ilk kez başrol oynamış olmasına rağmen oldukça başarılı. insanların farklılıklara karşı önyargıları, farklı olan'ın kendisiyle ve çevresiyle barışık yaşantısını konu alan film, gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkmış olsa da bir rüyayı işaret ediyor sanki...

tutmak yok




Kırmızı sürekli ellerini tutuyor, ovalıyor da ovalıyor.. elleri nasırlaşmış bir görüntü içinde… sürekli iki elini birbirine kenetlediği için herhangi bir nesneyi tutmasını sağlamak güç… elleri arasındaki mesafeyi artırmak ( daha farklı bir dille ellerini tutmadan duracağı süreyi artırmak amaçlı ) için “tutmak yok” adında bir oyun geliştiriyorum.. Kırmızı bu oyunu çok sevdi, gülerek katılıyor..

Karşılıklı oturduğumuzda –ki onun elleri yine birbirine dolanmış halde- “tutmak yok” diyorum … bunu melodik ve coşkulu söylüyorum.. dünyanın en coşkulu an’ını yakalamış gibi.. ve bunu her dediğimde Kırmızı’nın ellerini yanlara doğru tutmasını sağlıyorum.. sonra ben ellerimi çekiyorum ve o hemen ellerini birbirine yaklaştırmaya girişiyor ki ben tekrarlıyorum “tutmak yok” .. gülerek çekiyor ellerini yanlara..

Hiçbir şey yapmadan ellerimizi yanlarda tutarsak bu süreyi pek uzatmam mümkün değil… “tutmak yok” demek ve ellerin yanda durması kendi başına ne kadar keyif vaat edebilir ki.. çak yapmak..bunu ekliyorum oyuna.. “tutmak yok /eller yana/çak…” Kırmızı çak yaparken de elini elime vurmak yerine elimi tutmaya yöneliyor.. eli sürekli başka bir eli tutmalı sanki.. elimi tam tutacağı sırada yeniden “tutmak yok” diye bağırıyorum neşeyle.. Kırmızı uyuyor buna..

Sonra “bir çak bir alkış” şeklinde çocukluğumuzda oynadığımız o el oyununa dönüştürüyorum bunu.. tekerlememiz tutmak yok’tan ibaret halde.. Kırmızı 15 kez ardışık “çak-alkış” şeklinde oyuna katılır hale geliyor.. elbette buradaki gibi bir satırlık zamanda gerçekleşmiyor bu 15’e ulaşmamız.. sanırım 3 ay içinde oluyor bunlar…

Zamanı artırdığımız bu an’da ard arda alkış yapma ve yapabileceği alkış sayısı bittiğinde çak yapmak olarak değiştiriyorum oyunu… “alkış alkış alkış”, diyorum ve bakıyorum ki alkışı bırakıp ellerini tutmaya yönelecek “çak” diyerek biraz daha zaman kazanıyorum ve “tutmak” yok tabi.. sihirli cümle.. Kırmızı 7-8 kez alkış yaparak ellerini birbirine kenetlemeden durmayı başarıyor..

Kırmızı ,başka oyunları gerçekleştirirken ne zaman ellerini birbirine yaklaştırsa “tutmak yok” diyorum ellerini olması gerektiği gibi kullanmaya yöneliyor.. çalışma zamanımızın dışında karşı karşıya geldiğimizde ona bakıp “tutmak yok Kırmızı” dediğimde kahkahalara boğuluyor.. ben de onun kadar gülüyorum buna…

Kırmızı’nın sadece ellerini karşılıklı oyun süresince değil herhangi bir zamanda da tutmadan durabilmeyi sağlaması için yine tanıdık cümleye başvuruyorum.. Kırmızı’nın ellerini yanlarda ya da bacaklarının üstünde tutması için de “tutmak yok” . Kırmızı bu şekilde birkaç dakika bekleyebiliyor… Bu bekleyiş zamanlarında sağ elini ileriye geriye hareket ettirdiğini görüyorum ve buradan bir oyun yolu.. Laylay lay la lay lay şeklinde bir melodi çıkıyor ağzımdan… daha önce bilmediğim çok da müzikal anlamı olmayan bir melodi belki de… Kırmızı’yla ellerimizi ileri geri hareket ettirerek dans ediyoruz… Kırmızı sol kolunu/elini az kullanıyor .. bu oyunda her iki kolu/eli arasında eşitlik sağlamaya çalışabiliriz… bunun için benim dikkatini sol koluna çekmem gerekiyor.. “bunu da salla Kırmızı” diyerek koluna işaret ediyorum.. dikkate alıyor sözümü…

oyunu durduruyorum Kırmızı kollarını sallayarak bana bakıyor “bir daha peki..”

sarı



19 Temmuz 2000
Beni gördüğünde baktı. Ayağa kalktı ve elimi tuttu, yukarı çıkmak için. Anneye hoşça kal diyelim dediğimde dönüp el salladı ama kime baktığı belirsiz…bakışları karşıda. Yukarıya çıkmadan önce merdivenlerden önce salonun diğer kısmına yöneldi. Diğer odayı gösteren kapının penceresinden yukarıya doğru çevrildi başı. Bakışları nereye isabet ediyor?. Benim yönlendirmemle merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladık. Sınıfımız merdivenin hemen bitişinde. Bunun olumsuz yanlarından biri belki de ortadaki alanda yer alan dolaba bakmadan, önünden geçmeden önce sınıfımızın kapısının karşımıza çıkması. O da hemen elini kapı koluna yöneltip içeri giriyor. O gün sanki tüm dünyayı tanımak ister gibi kendi gözleriyle ve tek başına.. Ayakta dolanıyor dolaba uzanıyor eli. Eline aldıklarını çeviriyor bakıyor. Ne ben varım burada şu an ne de yanımdaki diğer eğitimci. O bizi almıyor buraya.. Dışlandığımız bu anda biraz kararsız hareketlerim. Onun dünyasına adım atmalı mıyım biraz beklemeli miyim.. Adımım ne yönde olacak? Ona hemen benim dünyamın davranışlarını sergilemeye bununla da yetinmeyip ona bunları uygulaması gerektiğini mi anlatmaya çalışacağım sesimle, hareketimle ya da bakışlarımla.. Ne kadar sıyrılabileceğim bana dayatılanlardan?

Eline ipi alıyor..iki yanında siyah içi boş plastik tutamakları olan turuncu bir ip.. elinde çeviriyor, orasına burasına bakıyor.. ilk kez tanışıyorlar sanki..ne yapacağını merak ediyorum.. ve hala kendimi burada eğreti hissediyorum.dolaptan tahta çekici alıp tutamaklardan birinin içine sokuyor.bi de öyle bakıyor. Şimdi ne olacak? Ne oldu ya da? Şimdi eklenen bu parçayla yeni bir tanışma..ipi elinde öyle bir tutuşu var ki ben yine kendi imgelemimden kurtulma cesaretini gösteremeden bunun bir mikrofon olabileceği fikriyle adımımı atıyorum.. o hoşlanmıyor bu fikirden.. bunu belirtmenin de bir sakıncasını görmüyor.elimden çekip alıyor. Çekici oraya buraya vuruyor önce sonra da başına değdirmeye başlıyor. Aklıma tabi ki yine kendi kalıplarımın esiri olarak bunun bir traş makinesi olabileceği fikri geliyor.. yine adım atıyorum korkarak.. bu defa gülümsetiyor bu onu. Önümde sandalyede oturuyor ve ben saçlarını kesmek için dolaşıyorum makinemle kafasının tüm yüzeyinde… makine özellikle boynuna doğru geldiğinde vücudunu öne çekerek kahkaha atıyor..kahkaha… benim de saçımı keser mi acaba? Sadece bir kez değdiriyor başıma sonra yine kendisine.. ve kahkaha…

duyusal farklılıklar


Pembe’yle ne zaman karşılıklı otursak o bunu kucaklamaya dönüştürmeye çalışıyor. “Ahtapotum benim” diyorum ona…

Mor ne zaman onunla hamur oynamak istesem elini kaçırmakta.. Hamura asla dokunmak istemiyor.

Sarı’ya yanlışlıkla bile birinin eli değse bağırmaya başlıyor. Biri öpmek istese ürkerek yanağını çekiyor.

Kahverengi ellerini ısırmakta. Diş izlerini gördüğüm elleri sanki hiç acımamakta..

Kırmızı insanları duymuyor gibi davranmakta. Ona bir şey söylendiğinde yüzündeki ifadede değişiklik olmaz. Ancak ne zaman ona söylemek istediğimi melodik bir biçimde mırıldansam ağzı yanlara doğru yayılır ve kahkahaya dönüşür.. Hemen bana bakar ve ondan istediğimi yapar. Bunlar sanki birlikte eğlendiğimiz oyunların parolaları …

Gri telefonum çalsa kulaklarını kapar…Sonra da kendisini sakinleştirmek için tekrarlar “telefon mu o? Telefon çaldı”

Pembe’nin yanınıza yaklaşmasını istiyorsanız saçınızın uzun olması ya da bir kolye,küpe takmış olmanız yeterli.. önce yaklaşacak ikinci hamlesi muhtemelen o saçları sallamak ya da kolyeyi, küpeyi almaya çalışmak olacak…

Sarı’nın yakınlarında uzun bir nesne bırakmayadurun.. anında eline alıp keyifli bir gezintiye çıkar etrafta…

Gri’yle ne zaman arabalarla oynamaya kalksak başını yere dayayıp arabayı bir ileri geri sürüyor. Sessizce beklesem beni hiç hatırlamayacak sanki…

Mavi’nin gözlerinin içinde gözlerimi görmem mümkün olmadı… Ne zaman bana bakmasını istesem gözlerini kapamakta… Güneşte benimle aynı dertten muzdarip! Mavi güneşle karşılaşınca gözlerini kısıyor…

Kahverengi içinde bir tavşan yaşıyor gibi zıplamakta…Yüzündeki en mutlu olduğum anlar ifadesinin eşliğinde…

Beyaz sürekli bir müzik duyuyor gibi alkışlıyor.. Ritimsiz alkışlar bunlar. Ne dinlediğini hiçbir zaman tahmin edemiyorum.

Yeşil o gün bana hiç yaklaşmadı. Sonra başka bir gün ve bir başka gün daha….Günlerin ortak paydasını aldığımda o parfüm kokusu çıktı ortaya…

Turuncu babasının getirdiği cipsi yemeyi reddediyor. Çünkü baharatlardan hoşlanmıyor…


Otistik özellikleri olan çocuklar dünyayı farklı şekillerde algılayabilirler. Bu da alışmadığımız tepkileri ortaya çıkarır. Her birimiz için uyaranlarla kurduğumuz belirli biçimlerde ilişkiler vardır ve bunları uygun tepkiler olarak varsayarız. Oysa otistik özellikleri olan çocuklar için uyaranlar farklı biçimlerde algılanır. Bu farklılık da belli bazı duyumlara az ya da aşırı duyarlı olmalarına neden olur.
Otistik özellikleri olan çocuklar harekete, görmeye, işitmeye,okunmaya, koku ve tada az ya da aşırı duyarlı olabilirler. Bu da onların davranışlarındaki alışmadığımız tepkilerin kaynaklarına işaret eder. Bir ya da birden fazla duyusal farklılık taşımaları söz konusu olabilir.

Yukarıdaki renklerimizin her bir davranışı; duyusal farklılıklarının sonuçlarıdır.

Otistik özellikleri olan bir çocuğun herhangi bir uyaranı araması yani daha fazla istemesi ya da kaçınması onun bu duyusal alana dair az ya da aşırı duyarlılığına dair bize bilgi sağlar.

Harekete az duyarlı olduğunda ; koşarak, zıplayarak ,sallanarak, dönerek, kollarını çırparak vb. kendisini uyarır. Bazen hareketten aldığı duyum o kadar azdır ki çok az ve yavaş hareket eden bir çocuğa dönüşebilir.

Hareketten aşırı duyarlı olduğunda ise; merdiven basamaklarından inmesini ya da çıkmasını istediğinizde bacakları titreyebilir, kaydırağa binmeyi reddeder.. Her türlü hareketten kaçındığını görürüz.

Görmeye az duyarlı olduğunda; nesneleri sıraya dizer, arabaların tekerleklerini izler, pervane gibi dönen nesnelerin önünde büyülenmişcesine seyredalar, kitap sayfalarını çevirir, gölgeleri izler, insanların omuzlarının üstünden ya da anahtar deliklerinden yani farklı açılardan bakmayı sevebilir.

Görmeye aşırı duyarlı olduğunda;güneşte gözlerini kısar,karanlığı sever, gözlerini sık sık kıstığını görürüz.

İşitmeye az duyarlı olduğunda; insanları duymuyor gibi davranmasına rağmen belirli sesleri, melodik konuşmaları sever. Belli sesleri çıkaran oyuncakları kulağına dayayarak dinler. Bazen sürekli sesler çıkararak kendisini uyarır.

İşitmeye aşırı duyarlı olduğunda; matkap-elektrik süpürgesi-çöp kamyonu gibi seslerden rahatsız olur. Bunu çoğunlukla kulaklarını kapatarak belli eder.Çok alçak sesleri bile duyabilir.

Dokunmaya az duyarlı olduğunda; kucaklaşmalar ister, kendini koltuk arkaları gibi dar yerlere sıkıştırmaktan hoşlanır, dişlerini gıcırdatır, ellerini nesne yüzeylerinde gezdirir, nesneleri elinde tutar, ağzına sokar , canı kolay kolay yanmaz.

Dokunmaya aşırı duyarlı olduğunda; kucaklaşmalardan-öpmelerden hoşlanmaz, ıslak ya da yapışkan şeylerden kaçınır, saçlarını kestirmek istemez, sert yiyecekleri sevmez ya da çiğneme davranışı gelişmez.

Kokuya az duyarlı olduğunda; insanları ya da nesneleri koklar.

Kokuya aşırı duyarlı olduğunda; parfüm gibi belli kokuları sevmez.

Tada az duyarlı olduğunda; nesneleri yalayarak keşfeder. Yoğun baharatlı yiyeceklerden hoşlanabilir.

Tada aşırı duyarlı olduğunda; yumuşak yiyecekleri tercih edebilir.Baharatlı , ekşi yiyeceklerden kaçınabilir.

Otistik özellikleri olan çocuğun duyusal farklılıklarını bilmek onu anlamak için önemli bir kapıdır. Duyusal tercihlerini fark ettiğimizde onun yapmaktan hoşlandığı şeylerden yola çıkarak iletişim kurmanın yollarını genişletebiliriz.Aynı zamanda sevmediği, onu rahatsız eden şeyleri fark edebildiğimizde; ortamda uygun düzenlemeler yapabilir, aşamalı biçimde duyarlılıklarını azaltmaya yönelik etkinlikler düzenleyebiliriz.


kahverengi


2001

...
Bugün ruhumun değiştiğini hissettim o dört duvar arasındayken senle ve aslında hiç bir mekana ve zamana ait değilken... gözlerin gözlerime hiç çarpmamıştı.. bir kere bile... bakardın ama benim gözümün ardına... bakışlarını görmeme hiç izin vermemiştin daha önce.senin oyununa beni kabul etmemiştin.. işte bugün ilk kez senin bahçene kabul edilişimi yaşattın bana.. belki de tüm bunlar benim yanılsamalarımdan ibaret.. belki de seni bir daha gördüğümde yine o duvarı dikeceksin karşıma.. ama yine de bir kez de olsa bunu yaşamam önemliydi. anlaşılmaz senin İçin bunu hissediyorum.. ama insanoğlu işte.. alışkanlıklarımız, beklentilerimiz..sıyrılamıyoruz bir türlü..sıyrılamıyorum bir türlü...Bugünün farklılığı elimi tutuşundan belliydi.. ah kaç kere mücadelesini vermiştim seni o merdivenlerden çıkarmanın.. elinde kalan tutam tutam saçlarım..merdivende inatla tüm ağırlığını basamaklara bırakan sen..bir yanın yılmış bir yanın savunmada.. saç çekişlerin elini ısırışların.. bir keresinde elimi ısıracağını bile bile sakınmadım. o acıyı ben de hissetmek istedim.. ısırdın da., tuhaftı, hiç acımadı...Elimi tuttun ve gittik her şeyin değişeceğini hissetmeden.. en azından ben bilemedim o an bunu..Karşıma oturdun da kabullenmedin bir türlü.. habire kucağıma oturmaya çalışan sen. Bense bir yandan bunun keyfinde bir yandan insancıl kaygılarım, salyalarla yapış yapış olan saçlarım ve her an bu ıslak saçları asılmaya hazır ellerinin korkusu...Sen benimle top oynadın bugün..bir yıl oldu ve sen topu ilk kez bana attın.. ve elimi tutup hiç bir yere el atmadan , eline aldığını önce ağzına sokmadan , yerine koymanı İstediğimi inatlaşmadan yerine koyarak... ve bir yıldır İlk kez dirseğinden kolunu kaldırıp el sallamanı istediğimde elini hareket ettirdin... Ruhuma değdin..ruhumu değdirdin.. ve ben şaşkınlığımla sevinç nidalarım karışmış halde gözlerimdeki pırıltıyı gördüm senin gözlerinde. gördüm de gün boyu atamadım, .önüme gelene engelleyemeden (senin gibi) ağzımı yaymış olarak yanlara doğru baktım..insanlarla konuştum senden farklı...içimdeki mutluluğun sınırlarını fark edemeyeceklerini bile bile..Çocuğum beni bağışla demeden de edemedim sana...yaşantımızı serdim diye gözler önüne...

hayat rehberi




9 Ekim 2005


Yeşil'i tanıdığımda; daha önce çok iç içe olduğum bir dünyanın uzağına düşmüş olduğum günlerdeydim..doğduğum ve büyüdüğüm kent bir yabancıydı ve ben bu kente uyum sağlamayı başaramıyordum.. hala da tam anlamıyla başardığımı söyleyemiyorum kendime.. ama o günlerde bu yabancılık duygusu daha yoğun ve daha rahatsız ediciydi.. ve Yeşil .. o gün ilk derste ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum.. genel olarak ilk derse hazırlıksız yakalanmayı severim.. çocukların ilk görüşme formlarını okumuş olsam da her şeyi unutarak derse başlamayı.. o günde sanırım öyleydi.. ama ders çıkışını belki de hiç unutamayacağım. Yeşil için şöyle bir tümce kurmuştum “bu yeni çocuk var ya acayip bir çocuk” ard arda bu acayip kelimesini tekrarladığımı ve zihnimde başka hiçbir sözcüğün bunu karşılamadığını hala çok iyi anımsıyorum ve hissediyorum.. elbette şu an acayiplikten çok sıyrılmış bir durumda.. çok tanıdık, çok fazla istek ve bağlılık barındıran bir halde yer alıyor.. ama hala Yeşil'in çok farklı olduğunu , hala çok soru sormama neden olacağını biliyorum.. Yeşil'le tanıştığımda belki de sanıyordum ki artık beni şaşırtacak hiçbir çocuk olmayacak.. bu alana dair bağlılığımı tüketen bir evreye girmiştim sanki.. ki bu alan sürprizlere gebe olmasıyla beni kendine bağlarkan – bir anlamda- sanki artık sürpriz bir yaşantı kalmamıştı.. artık öngörülerim fazla güçlenmişti.. ve Yeşil'le tanıştım.. bana başka bir dünyanın kapılarını işaret eden o acayip çocukla…
Yeşil .. sanırım kendimi kültür emperyalizmiyle uğraşırken bulmama başka bir çocuk neden olamazdı… farklı bir kültür farklı bir birey… ve içimde onun ihtiyaçlarına karşılık vermeyen bu dünyaya dair rehberlik yapma isteği.. ve tüm bunlara rağmen önümdeki birkaç günü onun bizim kültürümüze uymayan yönlerini açıklamak için debelenerek geçireceğim… evet itiraf etmeliyim ki iyi kaçtım.. ser verdim sır vermedim bile diyebilirim.. “evet evet bir sistem hatası varsa ona neden olan benim bile” , dedim.. hem de Yeşil'le hayatlarını geçirecek ,Yeşil'e hayat veren insanların karşısında… “bu kurumsal bir sorun değil.. bu sorun sadece benim ve Yeşil'in yaşantısına “benim verdiğim değerle ilgili” .. evet biliyordum bu sözleri ederken ne kadar anlamsız algılanabileceğini.. ya da ne kadar anlam ifade edemeyeceklerini.. ama Yeşil vardı.. ve ben vardım.. ve bizim bir yaşantımız vardı.. Yeşil ne derse ya da ne diyemezse biliyor ve hissediyordum ki o an’lar önemliydi.. biz o an’larda vardık..ben onun sylviaturtasi'ydim ve o benim Yeşil'im.. biz arkadaştık.. hep olmasını dilediğimiz düzlemde.. o bana burnumun büyük olduğunu söyleyebilirdi ben ona hayatın onun istediği şekilde gidemeyeceğini.. ve ne kötü ki ben ona hep daha acıtıcı şeyler söylerdim daha gerçek.. ve o yine anlamazdı.. tüm bu dünyanın diğer gerçeklerini anlaması zor olduğu gibi…hangisi daha iyiydi hiç bilemedim.. ve hiç bilemeyeceğim… ama şunu bilmeye çalışıyorum ;Yeşil kendi ihtiyaçlarının diğerlerine ihtiyaçlarına denk düştüğü bir dünyada yaşasaydı tüm bunları sorgulamayacaktık.. bu yüzden belki de sadece bu yüzden şimdi bizim egemen olduğumuz bir kültürde Yeşil’ in kişisel ihtiyaçlarını ve tercihlerini en iyi koşullarda yaşayabilmesi için bir parça da olsa katkı olmak dileğim.. evet tek bu ve başka bir şey yok.. hayat rehberi koydum hatta kendi adımı.. keşke Yeşil'in hep yanında olabilsem ve hayat rehberi olabilsem………….

* Yeşil'in en sevdiği renk yeşildir ama koyusu....

kırmızı




19 Nisan 2004 02:08
İnsan karşısında duranın bir süre sonra kendisini dönüştürmeye başlayabileceğini tahmin eder ya da umabilir .. biz ise böyle başlamadık ilişkimize .. eşit koşullarda hatta eşit dünyalarda yaşamıyorduk.. rollerimiz belirlenmişti ilişki içindeki ben öğreteni oynayacaktım o ise öğreneni.. ve neyi ne kadar öğrenmek isteyeceği ile belki de hiç ilgilenmeyecektim…ve dönüşmesi için olacaktı bütün çabam , olmalıydı … benim-bizim için anlamlı olan her şeyi bir an önce bellemeli ve yaşamını gözden geçirmeliydi, ilişki kurmalıydı bizim dünyamızı saran ve çoğu zaman çoğumuzu sıkan ilişkilerden onun da bir iki tane olmalıydı….oysa onun benden öğreneceğinden çok benim ondan öğreneceklerim vardı…ve o benim dünyama gelmek isteyebilirdi ama benim onun dünyasına sığınmaya daha çok ihtiyacım vardı sanki…. Belki o bunu benden daha önce hissetti ve gülümseyerek davet etti beni.. gülümsemesi, her şeyi anlıyorum ama seslendirmiyorum bakışı… şu an onunla geçirdiğim her dakika beni inanılmaz heyecanlandırıyor .. onunla zaman geçireceğim düşüncesi bile… ve onunla her birlikte oluşumuzda o sınıf mekanın geri kalanından ayrılan hiçbir yere ve zamana ait olmayan bir mekana dönüşüyor sanki… o her gülümsediğinde ben sesimin değiştiğini , uzun zamandır hayatımda eksik olan coşku ve huzurun beni sardığını fark ediyorum… zaman zaman kendimi onun benimle konuşmasını beklerken buluyorum..sanki şimdi ağzını açacak ve hayalimdeki sesiyle bana bir şeyler mırıldanacak gibi… bunu yapmış gibi yüreğim çarpmaya başlıyor ve sanki sesi o an kulağıma ulaşsa gözlerimden akacak yaşa engel olamayacağım gibi bir ürperti sarıyor içimi.. o anlarda böyle bir beklentiyle ona bakıyor olmanın utancı altında eziliyorum galiba… ve gözlerine baktığımda ben seninle konuşuyorum dediğini görüyorum… biliyorum belki de tüm bunlar benim yanılsamalarımdan ibaret… ama böyle yanılsamalarım,inançlarım olmasaydı belki de birbirimizi gerçekten hiç anlayamazdık… daha gerçekçi bir tanımla ben bu işi böyle severek sürdüremez, varoluşumun asıl mekanı olarak ilan edemezdim…
ve şimdi saatlerdir oturmuş onunla geçirdiğim her anı ölçeklere bölüyorum, dakikalarımızın anlamlarını ölçek maddelerinde arıyorum… ama diyorum ya “mutluyuz biz!” ve yazdığım her satır bana yaşantı-mı-zı anlamsızlaştırdığımı ve biraz da yaşantımı(ma)za ihanetimi hissettiriyor… işte Kırmızı'm bizim dünyamızın buyrukları da böyle…..